6 Haziran 2014 Cuma

SESLER VE ADIMLAR




Her uzakta günes yüzlü bir yakin
Her yakinda bir uzak görüyorum
Kalbimin rengarenk kalelerinden
Bir yanginin kalbinde yürüyorum
Onu ariyorum yollar içinde
Mahremini rüzgardan sakinan kullar içinde
Ruhumuza yazilanin adiyla
Bir tespihe dizilenin adiyla
Gözlerinin karasinda bahtimi
Hira’sinda tahtimi ariyorum
Yeryüzünün saçlarinda büyüyen
Bir yanginin kalbinde yürüyorum

....
 (Sevilen şiirlerden biri...:) )

2 Haziran 2014 Pazartesi

GECE'YE




Ah Gece!
Tüm görüntülerin üzerine karayı çalarsın ya
Gündüzünde ortaya çıkar ya senin sakladıkların,
Göremediklerimizi öyle görürüz ya...
İşte tıpkı, senin gibi bir gece var bizimde içimizde.
Bir damla nura hasret aydınlanmayı bekleyen...
Gece ki,senin gibi sırlı...
İçine düşen; karanlığa dalmış,ışığını arayan,
Aydınlığa aşık bir Mecnun gibi...

D.K

UFAK BİR KARALAMA


Duvarlarım vardı etrafımda, birde kapım...
Sen, gökten düştün içeri
Ne kapı dinledin,ne duvar...
Hatta o kadar büyüdün ki,
Yıkılmadık ne kapı kaldı,ne duvar...!
D.K

DÜŞÜNCELERDEN DAMLALAR


  •  Herkes kendi hakikatine kendi ulaşır,hakikate toplu ulaşılmaz.
  • Hakikat nefsimin canını acıtıyorsa,nefsimin yıkmam gereken daha çok tepesi vardır.
  • Akıl ile ilerleme kalbi ilerletmiyor ise ilerleme değildir.Kalp ile ilerlemede akıl ilerlemese de ilerlenir.Zaten bir noktadan sonra;

          Akıl durur,kalp koşar!
(Tabi herkesin ki koşar mı bilinmez...)

  • Ruhlarımız bilmediklerini bildirecek,bilmediklerini bilenleri arar.
  • Akıl duyguların çocuksu hallerini ciddi almaz.Duygularda aklın ciddi hallerini umursamaz.Ötekilik vardır ve anlaşamazlar.
  • Bilmediğini bilmek de bilmek gizlidir.Esas bilmemek bilmeyip bilmediğini bile bilmemektir.
                                                                                                                          D.K

1 Haziran 2014 Pazar

BİLMEK Mİ İSTİYORSUN,BİR SERÇE KADAR ÜRKEK OL!

Düşünce dünyası fazlaca ilgimi çeken bir düşünürdür Cündioğlu, yazdıkları insana çok farklı bakış açıları kazandırıyor. Sizlere de okumanızı tavsiye ederim .Buda eski bir köşe yazısı...


- 'Koşmak' sözcüğünün ne anlama geldiğinden hiç kuşkuya düştünüz mü?
Çevremizdekilere böyle bir soru yöneltsek, acaba içlerinde 'koşmak' sözcüğünün anlamı hakkında kuşkuya düşmüş biriyle karşılaşır mıyız?
Sanmıyorum. Çünkü 'koşmak', "koşa koşa gitmek", dendiğinde hemen "aceleyle, hızla, süratle hareket etmek" mânâları akla gelecek; hatta bir çırpıda 'koşu', 'koşuşma', 'koşuşturma(ca)' sözcüklerini hatırlayan zihinler, hiç vakit geçirmeden "acele/hız/sürat" kavramına intikal edeceklerdir.
Sıradan insanlar kuşku nedir pek bilmezler, kolay kolay kuşkulanmazlar; zira sözcükler, anlamlar ve kavramlar karşısında kuş gibi korkup ürkmezler. Oysa 'kuşku' sözcüğü, kuş'tan, hani şu bildiğimiz/tanıdığımız: yerde yürüyen, havada uçan, kanatlı bir hayvan türü olan kuştan türemiştir. Bu bakımdan 'kuşkulanmak', "kuş gibi korkup ürkmek" demektir; 'kuşku duymak' da tıpkı bir kuşun korkup ürktüğü gibi kişinin sorunlar karşısında kendisini ürkek hissetmesi anlamına gelir; "kuş yürekli", yani korkak, ürkek.
Kuşku, eski Türkçe'de daha çok "tedirginlik, kararsızlık, endişe, dikkat" anlamında ve dahî "vehim-vesvese" karşılığında kullanılırken (meselâ: "yüreğini kuşku sardı"), 'şüphe' anlamını yakınlarda kazanmıştır.
O halde biz bir kuş gibi, hiç değilse bir kuş kadar ürkek hareket edelim ve 'koşmak' sözcüğünü ürkekçe didiklemekten kaçınmayalım.
- Niçin/neden koşuyorsun?
- Şunun için/şundan dolayı koşuyorum.
Dikkat ederseniz, burada fiil 'geçişsiz' olarak kullanılıyor ve nesne almıyor. Üstelik anlamı da açık görünüyor.
Bir de şöyle soralım:
- Ne koşuyorsun?
Bu soruya diğeri kadar kolay cevap verilemez; zira koşulan şey -her ne ise o- soruda zikredilmiyor; zira burada fiil, artık geçişsiz değil, geçişli anlamıyla kullanılıyor. Öyle ya, şirk mi, ortak mı koşuyorsunuz, şart mı koşuyorsunuz, süvari mi koşuyorsunuz, araba mı, arabaya mı koşuyorsunuz, burası belli değil. Eh tabii, bir de "çifte koşmak" var, "zora koşmak" var. Unutmayınız ki 'koşul' (şart) dahi koşmak'tan türemiştir; demek ki "koşul koşmak" da var.
İyi ama, bu anlamların "aceleyle, hızla, süratle hareket etmek" mânâsındaki koşmak'la alâkası ne?
Ürkmeye, hem de bir kuş gibi korkup ürkmeye, ürke ürke didiklemeye devam ediyor; kuşkumuzu sürdürüyoruz; yani soru sormaya devam ediyoruz:
İmdi, koş-mak'taki 'koş'un anlamı nedir?
Eski Türkçe'de 'koş' isim olarak da kullanılırdı. Anlamı: "çift, çifte". Koşmak ise, gerçekte, "iki şeyi yana yana getirmek, yakıştırmak, yakınlaştırmak", hatta "bağlamak, birleştirmek" demekti. Nelerin, nasıl çifte koşulduğunu hatırlayalım: beygir, öküz, at...
'Koşut' (yan yana, paralel) sözcüğünü de bir yerlerden hatırlayacaksınız. Peki, kavramını hiç düşündünüz mü?
'Koşuk' sözcüğünü bilir misiniz bilmem ama, bu topraklarda bir zamanlar mâniler düzüp koşulurdu, hatta koşma bile düzülürdü.
Bugün bazıları 'koşu'ya "hızlı, süratli yürüyüş" anlamı verebilirler. Oysa böylelikle koşu'nun kavramı açığa çıkmaz. Dolayısıyla 'koşu' yapmanın veya 'koşma'nın gerçek anlamı -bendenize itimad ediniz lütfen- şudur: "adımları sıklaştırmak". Tereddüt ettiyseniz, "koşu koşu atlar" deyişinin anlamına bakınız: koşun koşun: sıra sıra, dizi dizi
Koşu üzerinde düşünenlerin, "adımları/ayakları yaklaştırma, yakınlaştırma, birbirine bitiştirme, birleştirme" gibi yan-anlamları tasavvur etmekte zorlanmayacaklarını sanıyoruz. 'Koşmak' fiilinin zamanla "katmak, eklemek, başvurmak" mânâları kazanması da bu sebepledir. (Başınız sıkıştığında bana koşabilirsiniz.)
Biraz daha gerilere gidelim ve "yan yana durmuş asker dizisi, saflar" anlamındaki koşun (dizi, sıra, saf), koşuntu (avane, taraftar, yardakçı) sözcüklerini veya koşun bağlamak (saf tutmak) deyişini hatırlayalım. Bütün bu kullanımların ortak anlamı: iki şeyi yana yana getirmek, yakıştırmak, yakınlaştırmak, hatta bağlamak ve birleştirmektir.
Bana, "Bilmek istiyorum" diye koşuyorsun ey tâlib! Bilmeyi istemek önemli değil, önemli olan gerçekte ne istediğini bilmektir. "Ne istediğimi bilsem, bilmeyi niçin isteyeyim ki?" deyip çakallara özenme de bir kuş gibi ürkmeyi marifet bil; bilgi vadisinin münbit topraklarına konduğunda, hiç değilse bir serçe kadar ürkek ol!
Sonra?
Sonra, yürümeyi de, koşmayı da zavallılara terkedip aç kanatlarını, bir kartal gibi alçakları semâlardan seyreyle!
                                                                                                    DÜCANE CÜNDİOĞLU

31 Mayıs 2014 Cumartesi

BUGÜN PAZAR VE BEN SENİ ÇOK ÖZLEDİM


BUGÜN PAZAR VE BEN SENİ ÇOK ÖZLEDİM (Ibrahim... paylaşan: bornovali

SINIRLARIN ŞAHI

Beğendiğim bir köşe yazısını sizlerle paylaşmak istedim.Sınırlar...'Sınır ,nerede başlayıp nerede bittiğimizdir...'




Evlere kapıdan, kendi kapısından girilir. Bir eve pencereden giren, karşısında evin sahibini bulur ve ona bir şey hatırlatılır:
Kapının dahi bir sınırı vardır. Her kapı ona müsait, hususi bir anahtarla açılır. Kapıyı kendi anahtarıyla açıp kapamak, kapının sınırına hürmet göstermektir. Kapının sınırına hürmet eden, kapıda hoşâmedî edilir. Sınır ihlali yapanın kapılar yüzüne kapatılır, kapının dışında bırakılır. Hiç olmadı o kapıya toslar, neye uğradığını şaşırır. Sınır. Pencereden eve girmeye çalışan evin “sınırını” ihlal etmiştir. Sınır yoldur, yöntemdir, metottur, usuldür.
Sınır, kafana estiği gibi davranamama halidir. Sınırları aşan, haddini bilmez. Haddini bilmeyene hayat haddini er ya da geç bildirir.
 Haram helal demeden her şeyi ağzına götüren, Mutlak Varlık’ın bedende çizdiği yaratılış sınırlarını ihlal eder ve mide fesadına uğrayarak bekletilmeden cezasını çeker. Bu haddini bilmezlik ısrarla sürdürülürse, daha büyük bir ceza yolun üzerindedir. Kişi şişmanlık belasına toslar. O beladan malul olur. Bunun aksi de başka bir haddini bilmezliktir. Şişmanlıktan vehim derecesinde korkan biri de başka bir sınır ihlalinde bulunur. Yemeden içmeden kesilir, bir deri bir kemik kalır, bedeninin ihtiyaçlarına yüz çevirir.
Ebeveynin çocuğuna ilgisizliği nasıl bir sınır ihlaliyse, onu şımartan da sınırları ihlal etmiş sayılır. 120 km hızla gidilme müsaadesi olan otobanda 180 km ile gitmek diğer arabalara bir sınır ihlaliyse, sol şeritte 40 km tin tin giden bir araba da başka bir sınır ihlali yapmaktadır.
İnsanın kim olduğunu bilmesi elzem bir ihtiyaçtır. Olmazsa olmazıdır. Sınır bize, bizi anlatır. Bizi bize tanıtır. Ben kimim sorusunun cevabının mühim kısmıdır.
Sınır, nerede başlayıp nerede bittiğimizdir. Otobüste giderken, farkına varmadan ayağına bastığımız kişinin çatılan kaşlarıdır. Bilerek ya da bilmeyerek kırılan bir kalp, aşılan sınırdır. Yerine getirilmeyen bir sözdür. Âşık olan bir kalbin, bir kalbe hükmedememesidir. İnsanın yükseldiği yere düşüşüdür. Elden düşen bardağın havada asılı kalmayıp yere saçılan parçalarıdır. Başlangıçla bitiştir. Benle kendim arasındaki sonsuz boşluktur. Benle diğerleri arasında kapatılamayan uçurumdur. Boğazımıza takılı lokmadır. Başkasına duyulan merhamet bile bir sınırın sessizce konuşmasıdır.
 İnsan demek, ne olduğumuz kadar ne olmadığımızdır. Yapıp ettiklerimiz kadar, beceremediklerimizdir. Acizliktir, sonsuz fakirliktir.
 Sınır, insanın üzerine çöken yorgunluktur. Gündüz uyanık kalabilirken, gece ağırlaşan göz kapaklarıdır. Ayağına batan dikendir. Yakalandığımız griptir. Öksürüktür. Halsizliktir. Yağan yağmurda ıslanmak, ayazda üşümek, denizde batmak, çatıdan düşmektir.
İnsanı insan yapan, mükemmel pişirdiği yemek değildir yalnızca. Bu yemeğin tuzunu unutmaktır. Unutulmuş tuzdur sınır.
Hayat, hep bir sınır çizer önümüze. Benlik o sınırı hep geçmek ister. Varoluş o sınırın dikenli tellerine takılır. Nefis, kendini hür ve sorumsuz bilmek ister. Varoluşun etrafına çizili çitlerse nefse, başıboş olmadığını acılı şekilde öğretir.
 Hayatın bu dünya faslı doğumla başlar ama ölümle nihayete erer.
Ölüm ise sınırların şahıdır.
O çizgiyi kimse aşamaz. Her insan o çizginin, o sınırın önünde durakalır ve sonsuz acizlik hükmeder. Nefsin firavunluğu tuzla buz olur. Lakin, son pişmanlık fayda vermez.
Bu dünyada keyfemâyeşâ hayat yaşayanların ölüm karşısında bu yüzden işi zordur. Başkasının sınırlarını ihlal eden, başkalarının kendi sınırlarını ihlal etmesine ses çıkarmayan, ölümün o sert ve haşin sınırı karşısında şaşkına döner, eli ayağına dolaşır. Başkalarının ayağına basmakla ömrünü geçirmiş olanın da ölüm üzerine basar.
 Mutlak Varlık’ın koyduğu sınırlara itaatle ömrünü geçirenlereyse, ölüm şefkat ve merhametle davranır. Ölüm, iman ehlinin hizmetkarı olur. Ölüm Meleği ruhu bedenden alıp çıkarır ve berzah aleminden cennet bahçelerinden bir bahçeye götürür.
İşte böyle nefsim.

Ölüm Meleği daha gelmeden, şu sınırlarını bir kez daha, bin kez daha gözden geçirsen diyorum, ne dersin? Bu hem senin hem de benim iyiliğim için inan.
                                                                                                   Mustafa Ulusoy

29 Mayıs 2014 Perşembe

AŞK-I SÜKUN

  
Hz.İbrahim'e yanı başında olan Sare'si mi daha yakındı?
Yoksa çölde bıraktığı Hacer'i mi?
Aşkta yakınlık gizliydi, Hacer de aşk...
Öyleyse en yakın olmak Hacer'e düşmüştü!

Nuriye Çeleğen' in kaleminden harika bir kitap. Hz. İbrahim'in ikinci eşi olan Hz. Hacer'i anlatan bu kitap sadece Hz.Hacer'i değil Hacer gözünden Hz.İbrahim 'in hayatını dinletmekte.Bugüne kadar farklı kişilerden de dinlediğimiz olayları sanki ilk kez dinliyor,okuyormuş heyecanı veriyor.Şiirsel anlatımıyla çok çabuk bitirilecek bir eser. Hz.Hacer ile sadece Hz.Hacer 'i tanımış olmuyor,anneliği,teslimiyeti,umudu,yalnızlığı,sabrı,rızayı,aşkı da görmüş oluyoruz onda...
Kitaptan ufak bir kısım;
''Aşk birlik fermanıydı.
Aşkta paylaşım ve kıskançlık olmazken, sevgide paylaşım olurdu. Aşk birliğe ulaşmaydı. Aşkta kesret yoktu ki paylaşım ve bölünme sıkıntısı olsundu. Sevgisi aşka ulaşamayanlar paylaşma derdine düşerdi. Sevgi pay edilebilirdi, ama aşk vahdet diliydi.
Kalbin birlik boyutu aşkta vardı ve birlik aşkla var olmuştu. ''

3 Mayıs 2014 Cumartesi

(( YEŞİL ))





Yeşile olan sevgim arttıkça içinde yeşil olan her şeye sevgim artmaya başladı farkettimde...Tıpkı;Allah'a olan sevgisi arttıkça insanın,içinde Allah olan her kalbe sevgisinin artması gibi...

Sonrasın da, yoldaydım  ve yol boyunca ağaçları izledim.Yeşili taşıdıkları için daha güzel gözüktüler gözüme eskisinden,daha çok sevgi daha çok güzellik tabi...Yeşili sevince yaprakların yeşili sevgiyle işlenmiş gibi geldi,evet evet yapraklarda sevgiden yapılmış sevgiyle yapılmış!

Ardından da kendimi bir ağaç gibi hayal ettim,dallar O'na ulaşmak için uzuyor sanki,yada duaya kalkmış eller gibi yukarı doğru...Onlarda da özlem var gibi geldi...Bunu yapınca içimdekileri ağaca ait zannettim galiba.

Yeşile sevgi yeşil olanı kalbime koydu,kalbimde çokça ağaçlar var artık ,sevgi ağaçları...Kökleri dalları sarmış her yanı,yaprakları da sevgiden dediğim gibi,yeşile sevgimden...
                                                D.K

YOL-CU-LUK


Bir yerden başlamalıydı yolcu,bir yerden başlamalıydı adım adım yaklaşmaya...
Yüce Mevla yaratmıştı ve uzak diyarlara göndermişti onu,yurdundan uzak topraklara...
Yaklaşmak için mesafeler gerekti çünkü;mesafeler,yaklaşmak için gerekti.Her şeyden herkesten daha yakın olana uzak olamak ne demekti?Yaratan en yakın olandı oysa,kalp O'nundu ve yalnız O'na aitti...
Fakat bunu farketmezdi kimisi ,kalbini duyamazdı çünkü...
Dünya bataklık gibiydi,nefis karanlık bir kuyu.Hepimiz mutlu olmayı istedik,güzel bir hayat düşledik ama gerçek güzelliklere ulaşmak yolunda bir şeyler yapmaktan kaçındık.Oysa bizlere cennet bekçilerinin sözlerinden haber verilmişti,onlar diyecekti ki ''Size selam olsun!Tertemiz oldunuz.Haydi ebedi kalmak üzere buraya girin.''ve gerçek mutluluğa erenlerde şöyle cevap verecekti''Hamd ,bize olan vaadini gerçekleştiren ve bize cennetten dilediğimiz yere konmak üzere bu yurda varis kılan Allah'a mahsustur.Salih amel işleyenlerin mükafatı ne güzelmiş.''Öncesinde ise Rabbin  vaadi şöyleydi''Mümin olarak ,erkek veya kadın,her kim salih ameller işlerse,işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğramazlar.''
Duymak isteseydik ne çok şeyi duyurmuştu,görmek isteseydik ne çok şeyi göstermişti,bilmek isteseydik neleri bildirmişti...Yola istemeyle başlamak gerekti öyleyse,varmayı istemek ile başlanmalıydı...
İsteyemiyorum diyen isteyebilmeyi istemek ile başlamalıydı...
Her kalp O'nun demiştik ya,bazı kalpler vardı kendini ruha duyurmuş,bazı ruhlar vardı yalnız O'nunla dolmuş...Tutunmak gerekti o dallara,gitmek gerekti O'na götüren yollarda ...
Ve sevmek gerekti...
D.K